17 Ağustos’u yeniden hatırlamak
16 Ağustos’u, 17’ye bağlayan geceydi.
Hava öylesine sıcaktı ki, uyumak çok zordu. Nemli, yapışkan havayı serinletmek için evin bütün camları açıktı da, yaprak kımıldamıyordu.
Uyumak mümkün değildi ama kendimizi zorluyorduk. Yarı hayal dünyası, yarı gerçek arasında tatsız bir uyku halindeyken yer kabuğu öfkeyle sarsılmaya başladı.
Büyük bir gürültü, evleri temelinden oynatan, koca koca binaları yere eğip kaldıran korkunç bir sallantı.
Çoğumuz kıyamet sandık. İnsanlığın sonu geldi diye düşündük. Dağlar yerinden oynuyor, denizler kaynıyor, yer kabuğu alt üst oluyor ve sanki insanları öbek öbek yutuyor sandık.
Tam 45 saniye sürdü.
Her saniyesi bir ömür gibi uzundu.
Sonra derin bir sessizlik. Çıt yok. Uzay boşluğundan geçip, ıssız bir evrende gözlerimizi açmış gibiydik. Ruhlarımızın yeniden bedenimize yerleşmesini bekliyorduk.
Kendine gelenler hemen sokağa fırladı. Sokaklar mahşer yeri. İnsan yığınları giderek artıyor, ağlayanlar, ellerini göğe açıp yalvaranlar iç içe geçmişti.
Az önce yatakta birlikte uykuya kıvrıldığı yavrusunu arayan anneler, bu toprak yığını benim evim mi diye donup kalmış insanlar..
Allah’ım ne büyük bir acıydı. Enkazların içinden çığlıklar, yardım feryatları yükseliyordu. Ama nereden geliyordu bu sesler? Hangisine bakmak lazımdı? Bilemiyorduk. Ne büyük bir acıdır, kaybettiklerini düşünürken yaşadığına sevinememek.
Ne büyük acıdır, koca binalarda dokunulmazlığa sahipmiş gibi hayatlarımıza devam ederken, bir dilim ekmeğe, bir bardak temiz suya muhtaç olmak.
Ne kadar aciz, yetersiz bir varlık olduğumuzun tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarpması..
İşte biz bunları yaşamıştık bundan tam 23 yıl önce, 17 Ağustos 1999 depreminde.
Neler yaşadık, anlatmakla bitmez.
Gün ışımaya başlarken kendimizi bugün İzmit Kent Meydanı’nın olduğu yerdeki valilik binası bahçesine atmıştık.
Ailecek o bahçede, çimlerin üzerinde günü karşılamıştık.
Bahçeye giren her tanıdık yüz bize umut oluyor, seviniyorduk. Ama dakikalar ilerledikçe, ölenlerin sayısı önce yüzler, sonra binlerle ifade edilmeye başladığında nasıl bir felakete uyandığımızı anlamaya başlamıştık.
Türkiye bu depreme çok hazırlıksız yakalanmıştı.
Düşünün, valilik bahçesinde bizim gibi yardım bekleyen depremzelere bile ilk ekmek dağıtımı ertesi gün akşam saatlerinde yapılabilmişti. Ya kenar mahallelerde bulunanlar ne yapıyordu, onlara ne zaman yardım gidecekti?
Normal zamanda sofrada kalan yarım ekmeği hiç düşünmeden çöpe atan insanlar, şimdi bir dilim kuru ekmek için saatlerce sırada bekliyorduk.
Yaz aylarıydı. Açık havada uyumak dert değildi. Ama çadır kentlerin kurulması, Kızılay’ın kukuleta, uyduruk çadırların gelmesi bile Eylül-Ekim aylarını bulmuş, bu kez ayrı bir sefalet dönemi başlamıştı.
Dün akşam bu yaşadıklarımızı yeniden tüm detaylarıyla hatırladım.
Yüreğimin bir köşesinde aslında unuttuğumu sandığım bir sızı yeniden acımaya, ciğerlerimi yakmaya başladı.
Düzce merkezli, saat 04.08’de yine yer kabuğu sallanmaya başlamıştı.
Belli ki, biz unutsak da deprem bizi unutmayacak sevgili dostlarım.
Bu ülkenin, bu coğrafyanın kaderi depremle yaşamayı öğrenmek.
Doğrusu, depremin hemen ardından Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin bölgeye tırlarının hareket ettiğini görmek, İçişleri Bakanının gün ışımadan deprem bölgesini gezmeye başladığını görmek, 17 Ağustos’ta çaresizlikleri bire bir yaşamış bir vatandaş olarak benim içimi ısıttı.
Hep kızıyor, eleştiriyoruz ama bu depremden sonra iletişim ağlarının kesilmemesi, elektrik, su kesintileri olmaması da beni mutlu etti.
Kocaeli Büyükşehir Belediyemizin o hazır yemek ve ekmek tırları gün boyu haberlere konu olunca gurur duydum. Eskiye göre depreme daha hazır olduğumuzu görerek, içimden Başkan Tahir Büyükakın ve ekibini tebrik ettim.
Allah bir daha yaşatmasın ama en azından olumsuz bir durumda en azından ‘devlet nerede’ demeyeceğimize inandım.
Geçmiş olsun Düzce, geçmiş olsun Türkiye.
Çok şükür can kaybımız olmadı, yaralılara acil şifalar diliyorum.
KOCAELİ’DE DE OKULLAR TATİL OLMALIYDI
Son bir not. Depremin hemen ardından Düzce’de eğitim-öğretime ara bir gün süreyle ara verildiği açıklandı. Sabaha doğru Sakarya ve Bolu’da da tatil olduğu duyuruldu.
Ben de bir öğrenci annesiyim. Gecenin tam ortasında uyanan, sabaha kadar korkuyla gelişmeleri takip eden öğrenciler için dün bizim şehrimizde de okullar tatil edilmeliydi.
Sabah çoğu velinin çocuklarını okula göndermediğine de şahit olduk. Sayın Valimiz, yere bir kar tanesi bile düşmediği günlerde okulları tatil ederken, deprem sonrası bu kararı verememesi üzücü oldu. Dün son ana kadar sosyal medyadan yüzlerce veli gibi ben de, Sayın Valimizin tatil açıklamasını bekleyip, hayal kırıklığı yaşadım.
Yeni bir deprem olursa, bu çocuklar okullarında acaba nasıl bir korku yaşar diye bütün günü endişeyle geçirdim. Bu şehrin sahibi yok mu, bu şehrin duygularını, endişelerini, korkularını gören, anlayan yönetici yok mu diye çok düşündüm.
Murat Yavuz’la tanıştım
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde seçim sonrası göreve başlayan Basın-Yayın Daire Başkanı Murat Yavuz’la geçtiğimiz gün ilk kez tanışma fırsatım oldu.
Büyükşehir’de birçok birimde uzun süredir değişim olmuyordu. Açıkçası her yerde olduğu gibi, böylesine devasa bir yapıya da canlılık getirmek, eski heyecanı yakalamak için değişim şarttı.
Kocaeli’de çok uzun yıllar görev yapmış bir basın mensubu olarak, öğretmen kökenli Murat Yavuz gibi kendini karşısındakinin yerine koyarak olaylara bakabilen bir bürokratın, hoşgörü ve nezaket sahibi birinin bu değişimde tercih edilmesine sevindim. Kendisine başarılar diliyorum.